Bacıyan-ı Rum – Yavuz Orta

Bacıyan-ı Rum
Sevgili Dostlar,
İslamiyet’ten önceki Arap toplumlarında kız çocukları canlı canlı toprağa gömülür, kadın eşya gibi pazarlarda alınıp satılırdı. Cahiliye dönemi dediğimiz bu zaman diliminde, dünyanın diğer taraflarında da durum iç açıcı değildi: Çin’de kadın insan yerine konulmazdı. Kız çocuklarına isim dahi verilmez, numaralar ile çağırırlardı. Hindistan’da kadınlar, evlenene kadar babasının ya da abisinin, evlendikten sonra da kocasının malı sayılırdı. Farslar anne ve kız kardeşleri ile evlenirdi. Slavlar’da kocası ölen kadın, kocası ile birlikte gömülürdü.  Avrupa’da ise kadının durumu daha da kötü idi; kadın pis bir varlık sayıldığı için İncil’e bile el sürmesine izin verilmezdi, kadın kocası ile birlikte aynı sofrada yemek yeme ve kendisine izin verilmeden konuşma hakkına  sahip değildi. Örneğin; İngiltere’de bir erkek, karısını pazara götürüp para ile satma hakkına bile sahipti.
Kadının durumu bu şekilde içler acısı iken   Sevgili peygamberimiz, “Cennet annelerin ayakları altındadır.” buyurmuş ve “Erkeklerin kadınlar üzerinde hakları olduğu gibi kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır.” (Bakara 2/28) ayet-i kerimesini insanlığa müjdelemiştir. Kadın ve erkeğin adalet noktasında eşit olduğunu vurgulamıştır.
Peygamber Efendimiz’in ilk kızı Hz. Zeynep doğduğunda Mekke halkı peygamberimizin üzüleceğini düşünmüş ancak yanılmışlardır. O, yeni doğan minik kızını kucağına alarak semaya doğru kaldırmış ve “İşte bu benim kızım, Zeynep.” deyip etrafındaki cahiliye insanlarını şoka uğratmıştır. Çünkü Zeynep, “babasının süsü” ve “mücevher” anlamlarına geliyormuş. Herkes kızını diri diri toprağa gömerken O merhamet timsali, kızını Mekke sokaklarında omzunda gezdiriyormuş.
Yine peygamberimiz Muhammed (sav), kızı Fatıma doğduğu zaman memnun olmuş, tebessüm etmiş, sevincinden ziyafetler vermiştir.
Sevgili peygamberimiz, önemli konularda hanımları ile istişare etmiş, onların görüşlerine önem vermiştir. Ayrıca peygamberimiz, Hz. Hatice validemiz ile ticaret ortaklığı yapmıştır.
İslamiyet nuru ile şereflenen kadınlar; sosyal hayatın en temel parçası, ailenin direği olmuştur. Evlerini çocukları için medrese, eşleri için cennet bahçesine çevirmişlerdir. İslamiyet, kadınlara mülkiyet edinme hakkı tanımış; miras ve mehir alma hakkı vermiştir. Böylelikle kadınlar, kendi adına ticaret yapma hakkı da kazanmıştır.
Kadim Türk tarihine bakıldığında da kadınlar her dönemde içtimai ve siyasi olarak önemli görülmüşlerdir. Hunlar, Göktürkler ve Uygurlar’da hükümranların eşleri de hakanlar gibi soylu boylardan seçilirdi. Kendilerine “hatun” adı verilen bu kadınlar, devlet protokolünde hakandan sonra gelirdi. Devletin yapmış olduğu fermanlarda ve anlaşmalarda, hakanın imzasının yanında hatunun da mührü ve imzası olurdu.
Kadınların önemi, Türkler Müslüman olduktan sonra da devam etmiştir. Karahanlılar, Harzemşahlılar ve Selçuklular zamanında devlet siyasetine yön veren hatta devlet yöneten kadın hükümdarlar mevcuttur. İnancının kaynağını İslamiyet’ten alan Türkler, Malazgirt Savaşı ile “Diyar-ı Rum”a yani Anadolu’ya ayak basmışlardır. Bu dönemlere baktığımızda kadının toplumdaki varlığı, son derece önem teşkil etmiştir. Kadın yalnızca evinde oturmayıp çalışmış, süt sağmış, halı dokumuş, örgü örmüş, deri işlemiştir. Erine ve yuvasına her daim destek olan Anadolu kadını; gerektiğinde kılıç kuşanmış, ata binmiş, cenk etmiştir.
Diyar-ı Rum’un müslümanlaşmasının manevi mimarlarından sayılan Ahi Evran-ı Veli’nin eşi Fatıma Bacı, dünyadaki ilk kadın örgütlenmesi olarak kabul edilen “Bacıyan-ı  Rum” teşkilatını Kayseri’de kurmuştur. Sanayi sitelerinde kadınlara mahsus çalışma yerleri inşa edilmiş, bu mekanlarda kadınlar; örgücülük, keçecilik, iplikçilik gibi işlerle uğraşmışlardır. Kadınlar hazırladıkları dokuma halıları ve diğer el emeği göz nuru ürünlerini Venedik tacirlerine satmış, maddi olarak da topluma katkıda bulunmuşlardır.
Kadınlara çağın gerektirdiği teknik, mesleki ve ahlaki eğitimler; Bacıyan-ı Rum teşkilatı tarafından verilmiştir. Teşkilatın kadınlara en önemli öğretisi, “Eşine, işine ve aşına dikkat et.” prensipleri olmuştur.
Ayrıca Bacıyan-ı Rum teşkilatı; kimsesiz, öksüz ve yetim kız çocuklarını himaye ederek onların eğitiminden, yetişmesinden, evlenip yuva kurmasından sorumlu olmuşlar; yine kimsesiz ihtiyar kadınlara da kucak açarak onların yaşam mücadelelerine destek vermişlerdir. Bacıyan-ı Rum kadınları; aldıkları ahlak ve terbiye ile daha güzel evlatlar yetiştirmişler, çocuklarını namaza alıştırmışlar, memleket sevgisi aşılamışlar ve  “helal-haram” kavramını öğretmişlerdir.   Örneğin namaz eğitimi, bebeğin doğduğu ilk günden başlamış ve anne, bebeğini her “sabah namazı” vaktinde öperek, koklayarak uyandırmıştır.
Anadolu kadını, vatan müdafaası söz konusu olduğunda savaşlara katılmış, erkekleri ile omuz omuza savaşmışlardır. Bacıyan-ı Rum teşkilatının kurucusu Fatıma Bacı; Kayseri’nin Moğol istilasından müdafaası sırasında en önde savaşmış, Moğollar’a esir düşmüş, on beş yıl Moğol esaretinde kalmıştır.
Köklerini Bacıyan-ı Rum’dan almış gelenekle yoğrulan kadınlarımız, Kurtuluş savaşımızda da erkeğinin yanında olmuş, cepheye mermi taşımış, silah atmış, yeri geldiğinde gözünü kırpmadan şehit olmuştur. Nene Hatun, Fatma Bacı, Şerife Bacı, Halime Çavuş; bu kahramanlardan sadece birkaç tanesidir. Yavrularının saçlarını kınalayıp onları cepheye gönderen eli öpülesi kadınlarımız, Çanakkale Savaşı’nın gerçek kahramanlarıdır.
Efendim, ülkemizin ve milletimizin bekası için Bacıyan-ı Rum teşkilatı gibi teşkilatların yeniden canlandırılması gerekmektedir. Kadınlarımıza çocuk yetiştirme, aile kurma, “eşine, işine ve aşına sahip çıkma” prensipleri öğretilmelidir. Öyle inanıyorum ki; üretmeyip sadece tüketen, akşama kadar evde oturan, gelen giden komşusu ile kısır yiyip dedikodu yapan kadınlar ile toplum hiçbir yere gidemez.
Sağlıcakla kalın.

Post Author: admin

Leave a Reply